Film İnceleme

Deli Kadınlara Övgü – Saatler Filmi İnceleme

Filmin sonuna ışık tutmasa da bir miktar spoiler içeriyor. 28 yaş altına kesinlikle önermiyorum

Stephen Daldry’nin (Bknz. Billy Elliot) yönettiği ve Michael Cunningham’ın Pulitzer ödüllü romanına dayanan filmde; farklı dönemlerde yaşayan ve hiç tanışmayan üç kadının sanki tek bir bilinçmişçesine anlatıldığını görüyoruz. Virginia Woolf (Nicole Kidman) Mrs. Dalloway romanını yazıyor, Laura Brown (Julianne Moore) romanı okuyor ve Clarissa Vaughan (Meryl Streep) da romanı yaşıyor. Hepsinin hikayesi birbirlerinde farklı dönemlerde de olsa hepsi de bir şekilde Mrs. Dalloway romanı aracılığı ile birbirlerine bağlılar. Tam da Clarissa P. Estes’in kurtlarla koşan kadınlarında değindiği “La Loba” misali.

Woolf’un kendine ait bir odası ve anlayışlı bir kocası olsa da giderek artan ruhsal sorunları vardır. Yazma yeteneğini kaybettiğini düşünmenin yanı sıra sesler duymaktadır. Laura ise sevgi dolu ve güvenilir bir koca ve tatlı bir oğuldan oluşan belki de hiç istemediği ve bu yüzden de sevmediği bir aileye sahip klasik bir ev kadınıdır. Clarissa için ise üçlünün belki de en şanslısı diyebiliriz. Kişisel özgürlüklerin yıllar içerisinde ilerlemesi sayesinde partneriyle bir kız evlat edinmiş, büyütmüş ve zamanın büyük bölümünde de arkadaşı ve eski sevgilisi AIDS hastası Richard (Ed Harris) ile ilgilenmektedir.

Saatler
Saatler

Virginia Woolf bilindiği gibi 1941’de Sussex’te ceketinin ceplerini taşlarla doldurur ve bir nehre girerek intihar eder. İntihar etmeden önce eşine yazdığı mektupta öyle mantıklı argümanları vardır ki Woolf’un aklıselimliği hakkında en ufak bir kuşku duyamıyoruz. 1950’li yıllarda Woolf’un kitabını okumakta olan Laura’nın belki ruhsal problemleri yoktur ama toplumsal baskılar ve normlar sonucu nefret ettiği bir hayatı yaşamak zorunda kalmıştır. Hayatına katlanamaz ve bundan hiçbir çıkış yolu göremediği için intihara teşebbüs eder. Woolf filmin bir noktasında hikayelerinde neden biri ölmek zorunda diye soran kocasına “Kalanların hayata daha çok değer vermesi için” diye cevap vermiştir. Clarisa’nın hikayesi de bu açıdan sürpriz bir sona gebe.

Saatler
Saatler

Woolf ve Leonard’ın hikayesinin her anında birbirlerine olan sevgilerini hissediyoruz. Diyaloglarının içtenliği, Leonard’ın çaresizliği karşısında Woolf’un kendinden emin görüntüsü izleyiciyi ters köşe ediyor. Woolf bu kadar mantıklı olmamalı, eşi Leonard değil, o ağlamalı, çaresizliğini bize hissettirmeli diyoruz içimizden. Burada iki oyuncunun ve görüntü yönetmenin, Sven Nykvist vari bir şekilde yüzlere mükemmel odaklanmasının bu duyguların ruhumuzda oluşmasına büyük katkı sağladığını söyleyebiliriz. Kidman’ın bu filmdeki rolü ile Oscar aldığını ekleyelim; ancak filmde en çok ilgimi çeken anlar Laura’nın bölümleriydi. Bir Oscar da Julianne Moore verilse; kimse itiraz etmezdi sanırım. Bir kadının tamamlanmış hissetmesi için şart gibi yaşamlarına çocukluktan itibaren yavaş yavaş enjekte edilen her şeye sahip bir kadın o. İyi bir işe sahip delice seven bir koca, müstakil güzel bahçeli bir ev, çocuklar, arabalar, bakıcılar… Laura ise sahip olduğu her şeyden nefret ediyor ve bunu o kadar güzel sahnelemişler ki diken üstünde bekliyoruz bazı sahneler bitinceye kadar. Özellikle tuvaletteyken eşinin, yatağa çağırdığı bir sahne var ki tüm övgülerim Julianne Moore’a. Film bize Laura’nın nefret ettiklerini tek tek sunarken, ne istediği ile ilgili çok ufak ipuçları veriyor. Belki çapkınlık yapıp, resimler çizmek istiyor; belki de bir kitap yazmak istiyor, belki de sırt çantasını alıp Dünya’yı gezmek istiyor. Ne istediğinin bir önemi yok ama ne istemediği önemli. Clarissa’nın hikayesinde ise odak noktasında eski sevgilisi Richard ile olan diyaloglar ve final sahneleri çok değerli olsa da filmin sonuna direk ışık tutacağından direksiyonu o tarafa çevirmemeyi tercih ediyorum.

Saatler
Saatler

Mrs. Dalloway romanını okumadığım için kurgusal anlamda ne gibi benzerlikler ya da farklılıklar var gibi bir söyleme giremiyorum; ancak ikinci hikâyede gördüğümüz karakterlerin bazıları ile üçüncü hikâyede tam da duygusal bir zirve anında tekrar karşılaştığımızı ve zaten neredeyse mükemmel bir anlatımla bizi ekrana bağlayan filmin zirvesini de mükemmel yaparak akıllara iyice kazınacak bir eser olmayı başardığını söylemeliyim.

 

Leonard Woolf’a, 18 Mart 1941

“Sevgilim, yine çıldırmak üzere olduğumu hissediyorum. Yaşadığım o korkunç anlara geri dönemem artık. Ve ben bu kez iyileşemeyeceğim. Sesler duymaya başladım. Odaklanamıyorum. Bu yüzden yapılacak en iyi şey olarak gördüğüm şeyi yapıyorum. Sen bana olabilecek en büyük mutluluğu verdin. Benim için her şey oldun. Bu korkunç hastalık beni bulmadan önce birlikte bizim kadar mutlu olabilecek iki insan daha düşünemezdim. Artık savaşacak gücüm kalmadı. Hayatını mahvettiğimin farkındayım ve ben olmazsam, rahatça çalışabileceğini de biliyorum. Bunu sen de göreceksin. Görüyorsun ya, bunu düzgün yazmayı bile beceremiyorum. Söylemek istediğim şey şu ki, yaşadığım tüm mutluluğu sana borçluyum. Bana karşı daima sabırlı ve çok iyiydin. Demek istediğim, bunları herkes biliyor. Eğer biri beni kurtarabilseydi, o kişi sen olurdun. Artık benim için her şey bitti. Sadece sana bir iyilik yapabilirim. Hayatını daha fazla mahvedemem. Bizim kadar mutlu olabilecek iki insan daha düşünemiyorum.”

Saatler İnceleme

Puanım - 8

8

Ortalama

Sanırım Mrs. Dalloway romanını okumadığım için kurgusal anlamda ne gibi benzerlikler ya da farklılıklar var gibi bir söyleme giremiyorum; ancak ikinci hikâyede gördüğümüz karakterlerin bazıları ile üçüncü hikâyede tam da duygusal bir zirve anında tekrar karşılaştığımızı ve zaten neredeyse mükemmel bir anlatımla bizi ekrana bağlayan filmin zirvesini de mükemmel yaparak akıllara iyice kazınacak bir eser olmayı başardığını söylemeliyim.

User Rating: 4.3 ( 1 votes)

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

− 3 = 2

Başa dön tuşu